Sadakat mı? Liyakat mı?
Gönül istiyor ki, bürokraside devletin işleyişinde görev alan bürokratlarımız liyakat esasına göre, bir işi yapabilecek yeterlilikte olan, o yeterlilik için yeterli eğitim, bilgi, beceri, etik ve sorumluluk sahibi olanlar göreve gelsinler.
Siyasette istiyor ki, siyasete hizmet eden, siyasilerin emir eri olan, siyasiler yanlış yapsalar da “padişahım çok yaşa” diyecek olan bürokratlar göreve gelsin ki, istek ve talepleri kolayca yerine gelsin.
Maalesef her geçen gün liyakatin yerini, daha çok sadakatin aldığı görülmektedir. Sadakat isteyen yöneticiler, sözünün üstüne söz konulmasın, ne yaparlarsa yapsınlar, doğru mu, yanlış mı olduğu sorgulanmasın. Her zaman alkışlansınlar. Maiyetindekiler sık sık “Allah sizi başımızdan eksik etmesin, siz bize Allah’ın bir lütfusunuz” desin isterler.
Liyakatten uzaklaşıp sadakati seçersek, el birliği ile batacağımız günlerin çok uzak olmadığı görülüyor. Liyakati seçersek tüm toplum olarak bölüşerek zenginleşeceğimiz günler çok uzak değildir.
Bir yöneticinin çevresindekileri ehliyet ve liyakat sahiplerinden oluşturması gerekirken, kendisine sadakat ile bağlı olanlardan oluşturması, tüm yetkilerin tek elde toplanması, bir kişiye altından kalkamayacağı oranda görev ve yetki verilmesi, alması gereken kararların, zamanında alamamasına, bu kararları almadan önce, yeterli inceleme araştırma yapma imkânına ve bu konularda etraflıca düşünmek için yeterli zamana sahip olamayacağı sonucunu doğurmaktadır.
Gücü elinde bulunduran, hangi siyasal eğilimden, hangi düşünceden, hangi inançtan olursa olsun, ne kadar iyi niyetli ve ne kadar çalışkan olursa olsun, tek bir kişiye verilen yetkiler sıkıntılı sonuçların ortaya çıkmasına, hukuki, ekonomik, siyasi ve sosyal anlamda kurum ve kuruluşların çıkmaza girmesine sebep olacağını görmek gerekir.
Sadakatten bir an önce ayrılıp, liyakate dönerek sosyal hayattan ekonomiye, adaletten diplomasiye, özgürlüklerden demokrasiye, hemen her alanda ülkemizin karşılaştığı sorunları çözmek için çabalamakta büyük fayda vardır. Ülkemizin gelişmesi, güçlenmesi için, ehliyetli, liyakatli, kariyerli, kıdemli ve konusunda uzman yöneticilere ihtiyacımız var. Belki de hiçbir dönemde olmadığı kadar.
İster padişah olun ister vezir, devleti ekibinizle birlikte yöneteceksiniz. Dolayısıyla, ekibinizi seçerken ilk düğmeyi yanlış iliklerseniz, yani liyakati değil de, sadâkati esas alırsanız, o liyakatsiz kişiler sizi en zor zamanınızda yalnız bırakabilir.
Liyakat değil de, sadakati isteyen yöneticilerin çokta hakkını yemeyelim tabi. Elbette onlar etrafındakilerle istişare ediyorlardır. Lakin görüş almak için değil, kendi görüşlerini tasdik ettirmek, “Efendim, ne güzel düşünmüşsünüz, 40 yıl düşünsek bunlar bizim aklımıza gelmezdi” desinler diye toplantı yaparlar, fikir alırlar.
Tabi şunu da ifade etmekte yarar var ki, ülkemizde genel olarak ehil insanlar devlet yönetiminde görev almayı da pek tercih etmiyorlar. Bu yüzden “cahil cesur olur” anlayışıyla, koltuğa oturan kişi, atacağı imzanın sorumluluğunun bile ne olduğunu bilmeden, bana bir koltuk olsun da, nasıl olursa olsun düşüncesiyle, koltuk sevdasıyla o makamları doldurabilmektedirler.
Sorumluluk almaktan kaçınan ehil insanlar için, Hz. Mevlana’nın: “Kışın, kargalar bağlara bahçelere çadır kurunca, bülbüller gizlenir, susar” sözü güzel ifade etmektedir.
Ortalık güllük gülistanlıkken herkes konuşur. Hüner, zor zamanlarda deve kuşu misali pek çok kişinin kafasına kuma gömdüğü, bilmem, görmem, duymam diyerek üç maymunu oynadığı zamanlarda konuşmak değil midir?
Şair diyor ya; “Kargalar ötmeye başlayınca susarsa başlar, Ülkede huzursuzluk bak işte o zaman başlar.”
Unutulmamalı ki ehliyet, liyakat, kariyer ve kıdem esas alınmadıkça etkili, istikrarlı ve adaletli bir kamu yönetimi kurmak mümkün değildir.