Sorunu çözmek, sorunu kabul etmekle başlar.
Olan bir sorunu, bilmem, görmem, duymam diyerek üç maymunu oynayarak, görmezden gelirseniz, o sorunu çözmeniz mümkün değildir. Var olan bir sorunu, farklı argümanlarla örtmek, gizlemek çabası içerisinde olmak, sorunun derinleşmesine sebep olur ve çözümü zorlaşır.
Ülkemizde hayat pahalılığı mı var? Enflasyon mu var? Diye sorsak, beki de pek çoğumuz ikisi de aynı şey diyebilir.
Ancak, hayat pahalılığı; fiyatların sürekli arttığı enflasyonist ortamda ücretlerinde artan fiyatlarla birlikte artması olarak tanımlanırken, enflasyon; fiyatların arması karşılığında ücretlerin artmaması veya yeteri kadar artmaması olarak tanımlanmakta. Yani hayat pahalılığında çark bir şekilde dönerken, vatandaşlar geçimini sağlayabilirken, enflasyonist ortamlarda özellikle işçi, memur, emekli, asgari ücretli gibi sabit ücretlilerin, alım gücünün her geçen gün düşmesiyle birlikte fakirleşmeleri olarak tanımlanmakta.
Sürekli dile getirdiğimiz sabit ücretlilerin maaşlarının her ay reel enflasyon oranında arttırılması, alım gücünün korunmasını sağlayacağı için bir şekilde halkın fakirleşmesinin de önüne geçilmiş olacak.
Sokakta vatandaş şekerin, unun, yağın, tohumun, mazotun fiyatını konuşurken, akaryakıt fiyatlarından arabasını binemediğini konuşurken, birilerinin halen ülkenin gündeminin dışındaki konularla meşgul olması, vatandaşın sıkıntılarını dile getirmemesi, çözüm yolları araması, vatandaşın gündeminden ne kadar uzak olduklarını ortaya koymakta.
Bizim ülkemizin yap işlet devret sistemiyle hazine garantili yapılan otoyol, köprü, havaalanı, şehir hastanelerine ihtiyacı var mıydı? Farz edelim ki ihtiyaç vardı. Hepsinin belli bir süre içerisinde yapılması mı gerekiyordu? Yap işlet devret ile yapılan yatırımlara döviz üzerinden devlet garantisi verilmesinin faturasını önümüzdeki yıllarda millet olarak ağır ödeyecek gibiyiz.
Tüik’in her ay açıkladığı enflasyon rakamlarıyla bazı araştırma şirketlerinin açıkladığı enflasyon rakamları arasında neredeyse %100’lük fark var. İşin bir başka garip yönü ise, Tüik’in açıkladığı ÜFE (üretici fiyat endeksi) ile TÜFE (tüketici fiyat endeksi) arasında da %100 den fazla farkın olması. Tüik ÜFE’yi %32 açıklarken, TÜFE’yi %72 açıklayabiliyor. Bu nasıl bir farktır? Bir vatandaş olarak ben anlayamıyorum.
Mesela, bazı devlet büyüklerimiz televizyon ekranlarına çıkıp, Avrupa da en ucuz benzini biz kullanıyoruz diyebiliyor. Ancak Avrupa da ki bir işçinin eline geçen ücretle, Türkiye de ki bir işçinin aldığı ücreti kıyaslamak akıllarına gelmiyor ne hikmetse.
Mesela, asgari ücreti kıyaslasak; Bu gün Türkiye’de asgari ücret 4 bin 253 TL, euro olarak karşılığı yaklaşık 240 euro. Almanya’da asgari ücret 1300 euro, TL olarak karşılığı yaklaşık 22 800 TL. Almanya da ki bir asgari ücretli, ülkemizdeki asgari ücretlinin 5 katından daha fazla ücret alıyor ve benzini neredeyse aynı fiyata alıyor. Şimdi bu sorunun çözümü; “Avrupa da en ucuz benzini biz kullanıyoruz.” Mu demek? Yada “bizim asgari ücretlimiz, Almanyadaki asgari ücretlinin beşte biri kadar ücret alıyor” diyerek, çözüm yolları mı aramak olmalı?
İşin acı olan bir başka yönü de bizim ülkemizdeki işçilerimizin yaklaşık %46 ‘sının asgari ücretli çalışması. Mesela Almanya da çalışan işçilerin yaklaşık %10’unun asgari ücretle çalıştığı ifade ediliyor.
Coğrafi olarak, iklim olarak, verimli topraklar olarak adeta dünyanın gözbebeği konumunda ki bu topraklarda, bu kadar zengin bir ülkede, adamı diksen toprakta adam biter denilen, yılda üç dört kez ürün alınabilen bu topraklarda üretim zorluğu çekmek, pek çok tarım ürününü bile ithal etmek anlaşılır gibi değil.
Bu ülke bizim. Yapılan yanlış varsa, sorgulayacağız. Çözüm yolu varsa, destek olacağız.
Sorunu çözmenin yolu sorunu tespit etmekle ve sorunun var olduğunu kabul etmekle başlar.
Sorun ortada. Bir şeyler yanlış gidiyor. Gelin hep birlikte çabalayalım. Sorunu çözelim.
Başka Türkiye yok.