İbrikçi başı… 

13.09.2025
A+
A-

Rivayet odur ki; 
Osmanlı döneminde paşalardan birisi bir akrabasını camilerinden birinin vakfına göndererek, akrabasını  işe almalarını “rica” etmiş. Eh, paşa rica eder de talep geri çevrilir mi? 

Ama işin kötüsü, kişiye verilebilecek bir vazife de yok. “Ne yapsak da, bu elemana bir iş uydursak” diye düşünürlerken, vakıf idarecilerinden birisinin aklına gelmiş ve “iyisi mi bunu camide ibrikleri doldurmakla görevli ibrikçilerin başı yapalım” demişler. 
Bizim ibrikçi başı işbaşı yaptığı günden itibaren başlamış caminin tuvaletlerinin kapısında ibrikçilerin doldurduğu ibriklerin başına bir sandalye atıp beklemeye. 
Adamın biri İstanbul’da dolaşırken Eminönü’ne yolu düşer büyük abdesti gelir. 
Fena halde sıkışmıştır. Oraya-buraya bakınıp tuvalet arar. Bulamaz. Sonra aklına gelir. 

Burası bir Müslüman şehridir. Ve her caminin müştemilatında mutlaka bir umumi tuvalet olması gerekir. Gözlerini havaya çevirir ve bir minare görür. O yana doğru hızlıca koşar ve tuvaleti bulur. Boş bir kaç kabin; kapılarında renk renk birer suibriği ve bir sandalyenin üstüne adeta tünemiş bir ibrikçi başı görür. 
İbriklerden birini kaptığı gibi kabinlerden birine dalar. ibrikçi başı arkasından var gücüyle bağırır. 
“- Bırak o sarı ibriği, başka ibriği al…..” 
“ Adamın tartışacak hali yoktur. Bırakır aldığı sarı ibriği mavi ibriği alır. İbrikçi başı yine bağırır ” bırak o mavi ibriği de, kırmızı ibriği al..! Ve adam kırmızı ibriği aldığı gibi tuvalete girer ve ihtiyacını giderir. 
Tuvalet ihtiyacını giderir taharetlenir, dışarı çıkar, ellerlini yıkar, parasını da verdikten sonra ibrikçi başına sorar… ” 
“- yahu arkadaş içeride merak ettim, düşündüm. Bu ibriği değil de, ötekini alsaydım ne olurdu?” 
“ibrikçi başı mağrur bir ifadeyle sandalyesine iyice gömülür ve soruyu yanıtlar… 
“- bırak bizim de bu kadar forsumuz olsun.” der. 
Adam; ”eh, ne yapayım ibrikçi başı sizinde bu kadar bir yetkiniz olsun” der. 
Adam memleketine döner ve bu hikayeyi köy odalarında anlatır. Zaman zaman dinleyenleri eğlendirse de, büyük dersler verir ve bir gün derki ”ibrikçi başını sormayın, Çünkü gına geldi artık nefret ediyorum.” der. 
Kıssadan hisse; cahil (ehil olmayan) bir insana ya ihtiyaçtan ötürü, ya da ekmek yesin diye bir görev verirsiniz, o mutlaka bunun bir havasını gösterir.  

Son yıllarda, haktan, hukuktan, adaletten, liyakatten uzak, kanun, genelge, yönetmelik bilmeyen ya da tanımayan o kadar çok ibrikçi başı yönetici oluştu ki, kimin ne yaptığı belli değil. 

Kiminin işi sadece personelin huzurunu kaçırmak için, personelin saçıyla, sakalıyla, kıyafetiyle uğraşmak. 

Kimi, mesai saatlerini değiştirerek, çalışanların aile ve sosyal hayatlarını bitirmek için uğraşır. 

Kimi, çalışanların yemek yedikleri süre gözüne takılır, mesaiyi uzatmak için uğraşır. 

Kimi, hemşirelerin altından sandalyeleri alarak, 24 saat nöbet tutan çalışanları adeta işkence yapar. 

Sözün özü, ülke olarak günümüzün ibrikçi başlarından kurtulmamız gerek.  

Tabi ibrikçi başlarını camilere gönderenlerden de!..